İnsanoğlu asırlardır yerkürenin eliptik yapısını iki boyuta taşıyabilmek adına farklı projeksiyon teknikleri kullanmıştır. Bu yöntemler içerisinde en çok kabul görmüş olan hemen hepimizin aşina olduğu; her okulda, kurumda, yayında ve daha birçok alanda karşılaştığımız “Merkatör Projeksiyonu” esas alınarak çizilmiş olan dünya haritasıdır. Projeksiyona adını veren, 16. yüzyılın en önemli matematikçileri ve kartograflarından biri olarak anılan Gerardus Mercator, bu haritayı 1569’da hazırladı. Haritanın kerte hattını esas alıyor olması, denizcilik açısından oldukça kullanışlı olmasını ve bu sebeple de popüler olmasını sağladığı muhakkak. Fakat günümüzde bu popülerliğin politik amaçlar doğrultusunda oluştuğu ve gerçekte haritanın büyük bir propaganda malzemesi olduğu iddia edilmekte. Projeksiyonun Dünya’yı belki sosyal açıdan algılayışımızı değil ama fiziksel algılayışımızı kesinlikle yanılttığı vurgulanmakta. Şöyle ki; 1500'lü yıllarda hazırlanan harita, döneminin teknik imkan
Tarihe baktığımızda; çığır açan keşiflere imza atan pek çok dâhinin aslında bu bilginin kendilerine ait olmadığını, kendilerine bilginin çok daha ilahi bir kaynaktan geldiğini ısrarla vurguladıklarına şahitlik etmekteyiz. Sahip oldukları muazzam bilgileriyle insanlığın gelişim hızını artıran bu dâhilerin acaba özel bir beyinleri mi vardı; ya da evrene ait tüm bilginin yer aldığı metafizik bilgi alanına doğrudan erişim sağlayabilme yetenekleri mi? Adı deha kelimesi ile özdeşleşen Albert Einstein ’ı ele alalım. Einstein çok değişik ve yeni fikirlere ulaşabilmek için kendisini, bir tür üç boyutlu metaforik trans hali olarak tanımlayabileceğimiz ve düşünce deneyleri olarak adlandırdığı değişen biliş durumlarına sokuyordu. Bu deneylerin onu; çözümü matematiksel olarak çok zor problemlere, görsel ya da geometrik olarak yaklaştırdığını savunuyordu. Einstein; kendini bu düşünce deneyleriyle geliştirmesinin hemen akabinde insanlığın evren algısını birçok bakımdan sonsuza kadar değiştirecek ola