Bugün Batı ilmi dediğimiz fiziğin, kimyanın, matematiğin, astronominin, tıbbın, tarihin, coğrafyanın kurucuları Müslümanlardır. Çünkü ilim Allah’ı bilmekle başlar. Bizler insanlık tarihinin bütün bilgisini toplasak, Cenab-ı Hakkın sonsuz ilmi karşısında denizdeki bir damla kadar hükmü yoktur.
Fakat ne yaman çelişkidir ki; batı ilimlerini yarım yamalak okumuş taklitçi sözde aydınlarımız ilmin asıl sahibinin Avrupalılar olduğunu ısrarla savunurlar.
Oysa ki aydın insanın; kendi kültürünü, kendi tarihini, kendi coğrafyasını, kendi sanatını en iyi bilen, kendi dilini en iyi kullanabilen ve bu donanımını yaşadığı çağın gereksinmeleri ile harmanlayabilen münevver kimseler olması gerekmekteyken.
Hal böyleyken sözüm ona batı kültür ve terbiyesi ile yetişmiş, kendi tarihine yabancılaştırılmış dimağlarımız; İslam düşmanı oryantalistler tarafından kendilerine öğretilen birtakım safsatalarla zehirlenmiş, kendi kültür ve medeniyetlerine düşman edilmişlerdir.
Günümüzde İnsanoğlunun şu an sahip olduğu bilgi birikimine nasıl ulaştığı incelendiğinde çok net bir şekilde görülmektedir ki; 7. yüzyıla rastlayan Asr-ı Saadet Dönemi sonrasında insanlığın sahip olduğu bilgi birikiminde muazzam bir artış gerçekleşmiştir.
Asr-ı Saadet döneminde Müslüman alimler tarafından sahip olunan ilim ve bilgi ile Avrupalılar ancak haçlı seferleri döneminde Müslümanlarla olan temasları neticesinde tanışa bilmişlerdir. Fakat Avrupalılar Müslümanların ilimlerini alırken o günkü seviyeleri bu ilimleri almaya müsait olmadığından 14. asırda tercüme edebildikleri İslam eserlerindeki mefhumları ancak 18. yüzyılda anlamaya başlayabilmişlerdir. Bununla beraber Avrupalılar bu ilmi kimden aldıklarını asla zikretmemişler, kendi kitaplarında bu bilgilerin sahipleri sanki kendileriymiş gibi neşretmişlerdir. Bugün pek çok kaynak ve araştırma bu durumu gözler önüne sermektedir. Ben bu paylaşımımda bu hususta en çok bilinen birkaç örneği sizler için derlemek istedim.
Bugünkü fiziğin kurucusunun İbn-i Heysem olduğunu hangimiz bilmektedir. İbn-i Heysem, atom ve molekül nazariyesini getirmekle kalmamış; kırılma kanunlarını da bulmuştur. Atomun ilk defa parçalanabileceğini söyleyen, yer çekimini ilk defa bulan ise yine Müslüman bir alim olan Cabir bin Hayyan dır. İlim tarihinde ilk laboratuvarı kuran, ilk suni hücreyi üreten insandır. Peki ne zaman? Avrupalılardan takriben 10 asır önce. Cabir bin Hayyan 8. yüzyılda yaşamıştır. Avrupalılar onun eserlerini 14. yüzyılda tercüme etmişler ama tercüme ettiklerinin ne olduğunu ancak 16. asırda anlayabilmişler böylece Lavoisier, diğer bir söylediğini 17. yüzyılda anlamışlar Gay Lussac prensibi, 19. asırda ise yer çekimini anlamışlar böylece de Newton kanunları ortaya çıkmıştır. Bugün Almanya’da Cabir bin Hayyan’ın eserleri üzerine doktora çalışmaları yapılmaktayken bizim eğitim sistemimiz ise bize Newton’u öğretmiş ağaçtan düşen elmaları anlatmış gel gelelim Cabir bin Hayyan’nın ise adını dahi telaffuz etmemiştir.
Yine bizlere kitaplarımızda Batlamyus anlatılmıştır. Batlamyus, güneşin gökyüzünde bulunduğu bir noktadan tekrar aynı konuma gelmesi için 260 gün geçmesi gerektiğini söylemiş yani seneyi 260 gün olarak hesaplamıştır. El- Battani ise bir senenin 365 gün, 5 saat, 46 dakika, 22 saniye olduğunu ortaya koymuştur ki bu değer bugün en hassas ölçüm aletleriyle yapılan ölçümden yalnızca 2 dakika, 24 saniye farklıdır.
Arz daireleri arasındaki mesafe olan 111 km. yine ilk kez Abbasi Halifesi Me’mun döneminde hesaplanmıştır. Halife Me’mun ‘‘Akdeniz bölgesindeki Müslüman topraklarının kadastrosunu çıkarmak için Akdeniz kıyılarının genişliğinin ölçülmesi talimatını’’ vermiştir. Dönemin İslam alimleri Akdeniz kıyısında bulunan bir sahil kentinde yüksek bir tepenin üzerine çıkıp görebildiği kadar ileri mesafeye bakarak; önce güneşin orada kaç derecelik bir zaviye ile battığını ve sonra tepenin yüksekliğini ölçerek aradaki mesafeyi hesaplamışlardır. Yani bugün bizlerin trigonometri uygulamalarında kullandığımız sinüs, kosinüs, tanjant mefhumlarını icat etmişlerdir.
Eski kitaplarımızda sinüs ve kosinüs yerine ceyb ve tamam-ı ceyb ifadeleri kullanılmaktaydı. Bu ifadeler ilk defa Halife Me’mun zamanındaki alimler tarafından uzunluk cebe benzetildiği için Türkçe cebin Arapça karşılığı ceyb ifadesi kullanılmıştır. Peki sinüsün Arapça ceyb kelimesinin Latince karşılığı olduğunu kaçımız biliyorduk?
Ayrıca büyük İslam alimlerinden Gıyaseddin Cemşid ‘‘Risaletü’l Muhitiyye’’ adlı eserinde derecenin sinüsünü ilk defa hesaplamıştır. Ve bu hesapladığı yani 0,017 452 404 437 238 371 değerin bugün en gelişmiş elektronik cihazlarla hesapladığımız hassasiyette olduğunu görmek bizleri bu dehaya hayran bırakmaktadır.
Peki pi sayısını kim bulmuş desem cevabınız Eski Yunanlılar mı olurdu? Oysa Gıyaseddin Cemşid yine ilk kez ‘‘Risaletü’l Muhitiyye’’ sinde pi sayısını bugünkü değerinden tek bir rakam dahi farklı olmadan hesaplamıştır.
Cebir kelimesinin kökeni de İslam alimlerinden El-Cabir’den gelmektedir. Peki bu alimin bugün üniversite mezunuyum diye geçinen pek çok kişinin hesaplamakta zorlanacağı 3. derece denklem çözümünü icat ettiğini, hatta karekök ve küpkök almayı gösterdiğini ya da logaritmayı yine bir İslam alimi olan El-Harezmi'nin keşfettiğini sözüm ona kaç aydınımız bilmektedir acaba?
Eski Yunanda alfabede kaç tane harf varsa rakamlar da o kadardı. Yani harfleri 60’ta bittiği için rakamları da 60' ta bitiyordu. Müslüman alimler ise ‘‘1’in yanına bir nokta koyarsanız o zaman 10 olacak, üç nokta 1000 olacak.’’ diyerek bugünkü ondalık sistemi icat ettiler. Ve böylece elde ettikleri sonsuz sayı sisteminde; toplama, çıkarma, çarpma ve bölmenin de prensiplerini ortaya koymuş oldular. Bu sistem insanlığa yapılan en büyük hizmetlerden biri değil midir? Müslümanlar sadece ‘‘Şu bizim aşari sistemimizi bize geri verin, yeni bir hesap metodu geliştirin de görelim’’ derse ortada Avrupalıya ait hiçbir şey kalmaz, kalamaz.
Eski Yunanda alfabede kaç tane harf varsa rakamlar da o kadardı. Yani harfleri 60’ta bittiği için rakamları da 60' ta bitiyordu. Müslüman alimler ise ‘‘1’in yanına bir nokta koyarsanız o zaman 10 olacak, üç nokta 1000 olacak.’’ diyerek bugünkü ondalık sistemi icat ettiler. Ve böylece elde ettikleri sonsuz sayı sisteminde; toplama, çıkarma, çarpma ve bölmenin de prensiplerini ortaya koymuş oldular. Bu sistem insanlığa yapılan en büyük hizmetlerden biri değil midir? Müslümanlar sadece ‘‘Şu bizim aşari sistemimizi bize geri verin, yeni bir hesap metodu geliştirin de görelim’’ derse ortada Avrupalıya ait hiçbir şey kalmaz, kalamaz.
Bitti mi elbette hayır! Bunlar sadece naçizane birkaç örnek olup; İbn-i Sina'dan İbn-i Haldun'a, Pir-i Reis'ten Farabi'ye, Biruni'den Gazali'ye daha yüzlercesini sıralamamız mümkün. Hiç şüphesiz nice İslam alimi tüm insanlığa eserleri ile çok önemli katkılarda bulunmuş, ilim ve bilimin bugün geldiği noktada çok önemli yerler edinmişlerdir.
Maalesef bizler kendi büyüklerimizin, kendi alimlerimizin ve dahi geçmişte yaptıklarımızın ve gelecekte yapabileceklerimizin farkında değiliz. İslam alimlerinin bu ilimlerle getirdikleri disiplinleri incelediğimiz zaman bu büyük otoriteyi ve disiplini nasıl kurmuşlar diye hayret etmekle birlikte bugün aradan 1000 yıl geçmesine rağmen hala onların getirdiği ilmin yerine daha iyisini daha üstününü getirememekteyiz.
Nobel ödüllü fizikçi Pierre Curie ‘‘Müslüman Endülüs’ten bize 30 kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Şayet yakılan 1 milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olacaktık’’ söylemiyle bu gerçeğin altını tekrar tekrar çizmiştir.
Bu da bizlere şunu bir kez daha göstermektedir ki, İslam'ın dışında, hiçbir hak ve hakikat kaynağı yoktur. İlhamını Kur’an’dan almayan hiçbir ilim ve teknik asla hayra vesile olamaz ve pek tabii ki şerden ve zarardan arınmış sayılmaz.
Sağlıcakla kalın vesselam..
Sağlıcakla kalın vesselam..